8 Mayıs 2013 Çarşamba

T.C.'NİN ALİ FETHİ BEY HÜKÜMETİ








Yazan: Fahrettin ÖZTOPRAK


T.C.’nin Ali Fethi Bey Hükümeti


Yazan: Fahrettin ÖZTOPRAK


-     Başbakan Ali Fethi (Okyar)
-     Adliye vekili Mahmut Esat (Bozkurt)
-     Müdafaa- Milliye vekili Kazım (Özalp),
-     Dahiliye vekili Mehmet Recep (Peker),
Mehmet Cemil (Uybadın)
-    Hariciye vekili Şükrü (Kaya),
-    Maliye vekili Mustafa Abdülhalik (Renda),
-    Maarif vekili Şükrü (Saraçoğlu),
-    Nafia vekili Fevzi (Pirinççioğlu),
-    Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye vekili Mazhar (Germen),
-    Ziraat vekili Hasan Fehmi (Ataç)
-    Denizcilik vekili İhsan (Eryavuz),
-   Ticaret vekili Ali (Cenani).[1]     

Cumhuriyet Halk Fırkası adına kurulan Türkiye Cumhuriyeti Ali Fethi Bey Hükümeti, 22 Kasım 1924’te göreve başlamış, 3 Mart 1925’te hükümetten çekilmiştir.[2] Bu hükümet döneminde, başka bir partinin kurulmasına izin verilmiş, Doğu Anadolu’nun bazı şehir, kasaba ve köylerinde Şeyh Sait Ayaklanması başlamıştır.   
Cumhuriyet’in ilanını Trabzon’da öğrenen Kazım Karabekir’in, İstiklal Harbi’nin tehlikeli günlerinde sonuna kadar feragatli, fedakâr arkadaşlarının rey ve irşadına ihtiyaç gösteren M. Kemal Paşa artık muzaffer bir başkomutan sıfatıyla maiyet komutanlarına Cumhuriyet dikte ettirmiştir. Eski arkadaşlarının rakip olabileceği endişesi ile sui şahsiyetler icadı da lazım gelmişti; bunun için eski arkadaşlarını kötülemek lazımdı. Bunu da hakkıyla yapmıştır sözlerine Mustafa Kemal,Cumhuriyet’in ilanına karar vermek için Ankara’da bulunan bütün arkadaşlarımı çağırmayı ve onlarla görüşüp tartışmayı hiç de gerekli görmedim. Çünkü, onların öteden beri ve doğal olarak bu konuda benim gibi düşündüklerinden kuşkum yoktu. Oysa, o sırada Ankara’da bulunmayan kimi kişiler hiç bir yetkileri yokken, kendilerine bilgi verilmeden, düşünceleri ve uygun görüp görmedikleri sorulmadan Cumhuriyet’in ilan edilmiş olmasını gücenme ve ayrılma nedeni saydılar” demektedir.[3]  Bu sözler Kazım Karabekir’in ve Mustafa Kemal’in eserlerinde vardır. Evet, Mustafa Kemal’le paşalar arasında kavga böylece başlamıştı. Buna tarihte paşalar kavgası denir. Peki, bu kavgadan kim galip çıkacaktı? Kazım Karabekir, Ali Fuat Paşa, Ahmet Muhtar ve Ahmet Besim Beyler Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurucusuydular. Bu fırka 17 Kasım 1924’te kurulmuştu.[4] 5 gün sonra Mustafa Kemal’le konuşan İsmet Paşa başbakanlıktan, hatta CHF’ndan da istifa etti. Onun bu istifasının nedeni CHF’ndan TCF’ye geçecek olan 100 kadar mebusu durdurmaktı.[5] Türk tarihinde Mustafa Kemal cumhuriyetin, Kazım Karabekir de demokrasinin kurucusudur. Aradaki fark başarı açısındadır. Kazım Paşa’nın ne kadar haklı olduğunu zaman gösterecektir.

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası:

Halk Fırkası’ndan 10 Kasım 1924’te 11 kişi istifa etmişti. İstifalar gittikçe artmaya baş­ladı. Bu sayı 32’ye[6], hatta 39’a ulaştı.[7] Osman Nuri Bey, Necati Bey (Bursa), Feridun Fikri Bey (Dersim), Cafer Tayyar Bey (Edirne), İhsan Hamit Bey (Ergani), Sabit Bey (Erzincan), Halet Bey (Erzurum), Münir Hüsrev Bey, Rüştü Paşa (Erzurum), Halil Bey (Ertuğrul), Miralay Arif Bey (Eskişehir), Kadirbeyoğlu Zeki (Gümüşhane), İsmail Canbulat (İstanbul), Hoca Kâmil Efendi (Karahisar-ı Sahip), Halit Bey (Kastamonu), Ahmet Şükrü Bey (Kocaeli), Ahmet Besim Bey (Mersin), Ahmet Faik Bey (Ordu), Halis Turgut (Sivas), Bekir Sami Bey (Tokat), Ahmet Muhtar Bey, Mehmet Rahmi Bey (Trabzon), Abidin Bey (Manisa), Abdullah Hulusi Bey (Karesi)’ler TCF’ye katılmıştılar.[8] 8 Aralık 1924’te yapılan kongrede partinin genel başkanlığına Kazım (Karabekir), 2. Başkanlığına Rauf (Orbay), Genel sekreterliğine ise Ali Fuat (Cebesoy) ge­tirildiler.[9] Adnan Adıvar ve Refet Bele’ye de parti yönetimde yer vermiştiler.[10] Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası; HF, ya da CHF gibi yapay ve danışıklı bir parti değildi. Böylece TCF’yle Cumhuriyet döneminin ilk ve çok partili bir rejim deneyimi başlamış oluyordu.[11] Ancak Cumhuriyet kurulup da bu rejimle inkılapların hayata geçirilmesi konusu yakın tarihimizin bitmek tükenmek bilmeyen tartışmalarından biridir. Dönem, çok uzun bir süre, hatta 20. yüzyılın sonlarına kadar eleştirilmezlik zırhına büründürülmüştür. Bu nedenle inkılapların korunması bizi gerçeklerden uzaklaştırdığı gibi, kimi zaman da yanılgılara itmektedir. Söz konusu yanılgıların tarihi eleştirilerde meydana çıktığını görmekteyiz. Günümüzün konjonktürü içerisinde bunu değerlendirmeye tabi tuttuğumuzda, uygulamaların bir çoğu zamansız ve dikta usulüyle yapılmıştı. Uzun süre devam eden bir savaştan yeni çıkmış ve kendini toparlamakta çok zorluk çeken bir devlet için tek parti rejimini savunmak, hiç bir zaman makul olamaz. Eleştirilere kapalı olanlar bunu kavrayamamakta, hataya devam ederek, körü körüne inkılaplara bağlı kalmaktadırlar. Nitekim aradan 80 yıldan fazla geçmesine rağmen, tepeden inme tarzındaki modernleşmenin toplumda bir anlamının kalmadığı anlaşılmıştır. Yenileşme hareketlerinin sahipleri çok iyi bilmelidirler ki, en büyük modernleşme, yani çağdaşlaşma hürriyettir.[12] Bunu da 23 Temmuz 1908’de ülkede II. Meşrutiyeti ilan etmekle Enver Paşa gerçekleştirmiştir. Cumhuriyet meşrutiyetten çok daha iyi ve ileri bir rejim olduğu halde, bir baskıcı kraliyet ve hilafet rejiminden kurtulmuşken biz inkılapçılık adına başka bir baskıcı totaliter rejimin içine ister istemez düşmüştük. Çünkü demokrasi olmayan bir rejimde insan hakları her zaman ihlal edildiği gibi, insanlar fırsattan istifade eden birileri tarafından her zaman suçlanıp hürriyetlerinden mahrum edilir, hatta zaruret ve yokluk içinde bırakılabilirler. İşte, Kazım Karabekir’in haklılık noktası buydu. Türkiye demokratikleşme açısından ona çok şey borçludur. Türk milleti bunu asla unutmayacaktır.

TCF aslında İsmet Paşa’ya karşı bir reaksiyon olarak başlamış ve gelişmişti. Ancak Mustafa Kemal bu hareketi kendine ve yapılacak olan inkılaplara karşıymış gibi nitelendirmekte gecikmedi. Çünkü yeni fırkayı kuran paşalar ona muhaliftiler. Mustafa Kemal, inkılapların muhalefetsiz ve tartışılmasız bir biçimde gerçekleştirilebileceği fikrinde ve inancındaydı. Karar verilecek, halk da bunu ister istemez kabul edecekti. Fahrettin Altay o günlerin görgü tanığıdır. Ali Fuat Paşa, esasta bir ayrılıklarının olmadığını, meclisin tek partili olmasının doğru olmadığını, eğer meclis bir tartışma, konuşma yeriyse bunun için muhalefetin de olması gerektiğini söylüyor, Mustafa Kemal ona karşı demokrasiyi bir süre askıya almak gerektiğini, yoksa inkılapların yapılamayacağını belirtiyordu.[13] Ali Fuat Paşa’nın sözleri gayet netti. O demek istiyordu ki, biz Türk İstiklal Savaşı’nı yaptık, Fransızlarla Ankara Antlaşması’nı da yaptık, Mudanya ve Lozan Antlaşmaları’nı da yaptık; bütün bunları TBMM’nin iradesiyle yapmadık mı? Hatta meclisin kararıyla seni başımıza başkomutan yaptık, Cumhuriyeti bile ilan ederek seni cumhurbaşkanı seçtik. Peki, bütün bunları meclisin kararıyla yaparken neden inkılapları meclisin kararıyla yapmıyoruz. Mebuslar milletin vekili. Onlar bu inkılaplara karar vermeyecek mi? Meclis demek muhalefet demektir. Muhalefet olmadan meclis olmaz, ancak kurul olur. Onun bu sözlerini dikkate aldığımızda, TCF iktidara gelmek için değil, demokrasi gereği ikti­dar partisine muhalefet etmek için kurulmuştu. Yeni kurulan partinin kararına göre, mebuslar parti yönetiminden izin almadan herhangi bir şekilde hükümeti eleştirmeyecektiler. Partinin programı demokratik olduğu gibi, libe­ral bir yapıya da uygundu. Düşünceye ve insana saygılı olmaya önem vermiştiler. Ana maddeleri şöyleydi:
-   Tek dereceli seçim sistemi benimsenecek,
-    Anayasa milletin onayı alınmadan değiştirilmeyecek,
-    Cumhurbaşkanı seçilince seçilen kişinin mebusluğu düşecek,
-     İdari bakımdan adem-i merkeziyetçilik esas alınacak,
-     Herhangi bir inkılap yapılırken yine milletin onayı alınacak.[14]
Özellikle parti isminde Cumhuriyet kelimesinin yer alması, programında “Parti düşünceye ve dini inanışa saygılıdır” sözlerinin bulunması halkçıların dikkatini çekmekte gecikmedi. TCF’yi eleştiriler partinin bu ibarelerinden anlam üstüne anlam çıkarıyordular. “Fırka resmen kurulur kurulmaz basın hemen yeni fırkanın İttihatçılarla ilişkisi meselesini kurcalamaya başladı. 1924 ara seçim çalışmaları sırasında partinin İttihat Terakki bağlantısı bir hayli gündeme taşınmıştı. İsmail Canbulat gibi eski İttihatçıların parti içinde yer alması ve özellikle İstanbul’da parti teşkilatında eski İttihatçıların görev alması bu yöndeki bağlantı iddialarının temelini oluşturuyordu.”[15] Bütün bunlara rağmen Mustafa Kemal, ülkeye demokrasinin yerleşmesi, bunun gelişmesi bakımından TCF’nin kurulması ve faaliyete geçmesinden memnunluk duymuş, aynı zamanda o TBMM’nde birden çok partinin faaliyet göstermesiyle mecli­sin medeni ülkelerdeki parlamentolara benzeyeceğini de düşünmüş, Terakkiperver Cum­huriyet Fırka’ya sıcak bakmaya başlamıştı.[16] Ancak bu sözlerin yanı sıra, ancak zamanla saltanattan sonra hilafetin kaldırılmasını da içine sindiremeyenlerin ve bilhassa İttihatçıların söz konusu fırkada toplan­maya başladığını haber alınca, onun düşüncelerinin birden değişmeye başladığı görüldü[17]
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası yöneticileri İttihatçı suçlamasını kabul etmiyordular. Kara Vasıf, İsmail Canbulat, Halis Turgut, Rahmi Beyler İttihatçıydı[18] ama, Kara Vasıf’ın İstanbul’dan Anadolu’ya her türlü tehlikeyi göze alarak büyük miktarda silah sevk ettiği herkesçe bilinmektedir. Diğerleri de Milli mücadelede yer almıştılar. İttihatçı olmak İşgal kuvvetleri, hatta İstanbul hükümetleri tarafından büyük suç olarak kabul edilmişti. Ancak TBMM’nde bunun neresi suç olabilirdi?
Meclis’teki tartışma koridora taştığında Halit Paşa, Kel Ali’ye, “Generaller hükümeti diye bir tabir kullandın. Bu tabirle generallere hakaret mi etmek istedin?” demiş, Kel Ali de “Niçin generallere hakaret edeyim” demişti.[19] Ayrıca Ali Fethi Bey Hükümeti’nden ve TCF’den söz edilirken, “liberallerden Ali Fethi Bey başvekil olmuştur. CHP içindeki sertlik yanlısı mebuslar, bunu kabullenememiş, Ali Fethi Bey Hükümeti’ni düşürmek için büyük uğraş vermişlerdi[20] de deniyor. Oysa Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası baştaki Ali Fethi Hükümeti’ni, bu hükümeti CHF kurmuş olsa bile, destekliyordu. Desteklemeyenler var ise, onlar CHF’lilerdi. İsmet Paşacı Recep Bey hükümetteki bakanlığından istifa etmiş, CHF yönetiminde çalışmaya başlamıştı.[21]
Görülüyor ki, Kel Ali ve söz konusu arkadaşları Ali Fethi Okyar hükümetinden rahatsız. Bu hükümette görev alan vekillerden yalnız Kazım Özalp, paşa, yani general. Ancak CHP’den ayrılıp Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na geçenlerden Kazım Karabekir, Ali Fethi Cebesoy, Cafer Tayyar Eğilmez, Refet Bele, Rüştü Paşa, Cevat Çobanlı ve Nurettin Paşa gibi isimlerin 7’si de general. Başbakan Ali Fethi Okyar bile bunlara sıcak bakıyor.
Kel Ali, Generaller Hükümeti demekle başlayan paşalar kavgasını mı ima etmek istiyor? Oysa hükümet TCF hükümeti değil, CHF hükümeti. Gerçekten ilginç bir durum. Yoksa Kel Ali, söz konusu hükümetin Recep Peker’in istifasından sonra TCF’ye mi dönüştüğünü ileri sürüyor? Herhalde CHF’liler, Afyonkarahisar vekili Kel Ali ve ekibi, başında İsmet Paşa’nın olmadığı bir partiyi ve hükümeti hiç mi sayıyorlar? Yani o kinayeli bir laf söylemiştir. İsmet Paşa başbakanlıktan alınmış, yerine Ali Fethi Bey Hükümeti kurulmuştu. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası bir bahaneydi.
Deli Halit Paşa 9 Şubat 1925’te vurularak öldürülmüş, 13 Şubat 1925’te doğu illerinde Şeyh Sait isyanı baş göstermişti. Acaba bütün bu olaylar sırf Ali Fethi Okyar Hükümeti’ni düşürmek ve TCF’yi kapatmak için mi çıkarılmıştı? Peki, devreye kimler sokulmuştu da, söz konusu olaylar meydana gelmişti.
Bir anıda, Deli Halit Paşa’nın öldürülmesi için Muhafız Alayı kumandanı İsmail Hakkı Bey’in bir subaya emir verdiği[22] söyleniyor. Şeyh Sait İsyanı’na adı karışan Said-i Kürdi var. İsyana kadar Van’daymış, ancak onu isyan sırasında köylerde halkı kışkırtırken görenler var. Bu nedenle sorgulanmış, ama sırf Burdur’a sürgün edilmekle yetinilmiş. Onun sorgulanırken, "Yaptığınız mücadele kardeşi kardeşe öldürtmektir ve neticesizdir. Türk milleti İslamiyete bayraktarlık etmiş, dini uğrunda yüz binlerle, milyonlarla şehit vermiş ve milyonlarca veli yetiştirmiştir. Binaenaleyh kahraman ve fedakar İslam müdafilerinin torunlarına, yani Türk milletine kılıç çekilmez ve ben de çekmem” ifadeleri var.[23]   
Ayrıca Said-i Kürdi, Ben Van’da iken Şeyh Sait’in mektubu bana ulaştı. Beni de bu hizmete davet etti. Ben de mektubuna cevaben dedim ki bana görev ver ki, ben de bu hizmete buradan katılayım. Mektubun ulaşıp ulaşmadığını bilmiyorum. Sonra Şeyh Sait tutuklandı. Benim mektubumdan dolayı beni de götürürler dedim ama, beni götürmediler. Bunun üzerine ağladım, sızladım. Sonra istedim ki, Şeyh Sait oğullarını göreyim. Bugün bana nasip oldu, beni kardeş kabul etsinler. Ben bu manevi üzüntüden kurtulayım. Beni manevi evlat kabul etsinler[24] de diyor. Bu Said-i Kürdi Rusların Bitlis kuşatmasında bulunmuş. Kumandan Kel Ali, Said-i Kürdi’ye gaz vermiş, “sana mermi işlemez, top işlemez” diyerek onu bir ata bindirip siperler önünde gösteri yaptırmış.[25] Söz konusu Kel Ali, dipnotta belirtildiğine göre yazımızda adı geçen bizim Kel Ali. Hatta meşhur komitacılardan Yakup Cemil’in Bitlis’e vardığında Afyonkarahisarlı Kumandan Kel Bey’in ona karşı ileri geri konuştuğu, başka bir yerde böyle bir söz karşısında anında silahına sarılan Yakup Cemil’in ancak ters ters bakmakla yetindiği, daha sonra Yakup Cemil’in Irak cephesine gönderildiği[26]  söylenir.
Başbakan Ali Fethi Bey Şeyh Sait İsyanı nedeniyle doğu illerinde sıkıyönetim ilan etmiş, gerekli tedbirleri de almıştı? Ancak bunun yeterli olmadığını ileri süren İsmet Paşa liderliğindeki CHF’liler söz konusu sıkıyönetimin bütün Türkiye’yi kapsaması gerektiğini ileri sürmeye ve başbakanlığa baskı yapmaya başlamıştılar. Bu baskılara dayanamayan Ali Fethi Bey, TCF yöneticileriyle görüşerek,  “Size fırkanızı kendi kendinize dağıtmanızı beni tebliğe memur ettiler. Dağıtmazsanız istikbali çok karanlık görüyorum. Kan dökülecektir” dedi. Ona Kazım Karabekir, “Kanun dairesinde fırka teşkil etmek elimizdedir fakat bunu dağıtmak elimizde olmayan bir şeydir. Hükümetsiniz. Her nevi kuvvetiniz, türlü vasıtalarınız vardır. Fırkamızı behemehal dağıtmak arzu ediyorsanız onu yapmak elinizdedir” cevabını verdi.[27]
Ali Fuat Paşa’ya göre, Mustafa Kemal’in kendilerinden yüz çevirmesine yol açan olay, basit bir meseleden ve tertiplenmiş bir olaydan kaynaklanmıştı:
Hüseyin Rauf Bey’e bir gün Rauf imzalı bir mektup alır. Gönderen kişi arkadaşıyla bir­likte fedailik teklif etmektedir. Rauf Bey, Ömer Fevzi Bey’e, bu kişi kimdir, necidir, tahkik etmesini söyler. Ayrıca o kişiye, “Teşkiline tevessül ettiğimiz fırkanın gayesi Türk milletini gideceği normal hayata, sükun içinde kuvvetlendirmek, asude bir hayat temin etmektir. Fırkanın komitacılık ve fedailikle hiç bir münasebeti olmayacaktır. Kendisi memleketini se­viyorsa bu fikirlerden uzaklaşsın” demesini söyler.
Ömer Fevzi Bey, şahsı arar, evde bulamaz. Not bırakır, çıkar. Bir handa görüşecekleri belirtilmiştir. Rauf gelir. Ömer Fevzi Bey Hüseyin Rauf Bey’in söylediklerini ona harfi harfine iletir, kendilerin­den uzak durmalarını söyleyerek ayrılır.     
Rauf görüşmek umudu ile aynı hana bir iki defa daha gelir, Ömer Fevzi Bey’i bulamaz. Ancak hanın kapıcısı Osman Ağa, emniyete götürülüp Ömer Fevzi Bey hakkında isticvap edilir. Ertesi gün Fevzi Bey karakola çağrılır, sorguya çekilir. Ona Rauf adlı şahsın kim olduğu sorulur. Ömer Fevzi Bey, ikinci isticvabında, Rauf adlı kişinin Trakya’da halkı isyana teşvik ederken yaka­landığını emniyette öğrenir. Üçüncü isticvabı günlerce uzar. Ağır sorgulara maruz bırakıl­mıştır. Sonunda ona derler ki, “Rauf’un iddiasının reddine, sizin serbest bırakılmanıza ka­rar verildi…[28] Evet, olay bundan ibarettir. Tek partiye koyacak yeterince güç bulamayan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, 3 Haziran 1925’te kapatılacaktır.[29] Ancak bu muhalif kanat Cumhuriyet tarihinin demokrasi açısından halkın yönetime katılma isteğinin, başarısız ama çok ileride, bir çeyrek asır sonra zafere ulaşacak olan vazgeçilmez bir girişimidir.
           
                   


[3] http://www.canmehmet.com/?tag=pasalarin-kavgasi

[4] Süleyman Kocabaş., T.C. Devleti Tarihi -3-, Atatürk Dönemi 1923-1938 (Partileşme Süreci, Ekonomi ve Dış Politika, Otoriter Yönetim, Önemli Olaylar, Atatürk’ün Ölümü), Vatan Yayınları//43 Kayseri 2007, s. 37

[5] Süleyman Kocabaş., a.g.e., s. 36

[7] Süleyman Kocabaş., a.g.e., s. 46

[8] Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası -Vikipedi

[9] Komisyon, a.g.e., s. 198

[10] Süleyman Kocabaş., a.g.e., s. 38

[11] http://turkoloji.cu.edu.tr/ATATURK/arastirmalar/yarali.pdf, Sedat Yaralı, Cumhuriyetin İlk yıllarında Demokratikleşme Çabaları, ., s. 221,  Atatürk Araştırmaları Dergisi
[12] Bir Demokrasi Hikayesi: Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, http://www.derindusunce.org/2007/11/26/bir-demokrasi-hikayesi-terakkiperver-cumhuriyet-firkasi/By Talha Can on Nov 26, 2007 in Makale, Derin Düşünce (Ne mutlu insanım diyebilene)

[13] Süleyman Kocabaş., a.g.e., s. 39

[15] Hakan Kutlu, T.C. İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, Türkiye Cumhuriyeti tarihi Bilim dalı, Şark İstiklal Mahkemesinede 1925-1927 döneminde Takrir-i Sükun Kanununun Uygulanması, Yüksek Lisans Tezi, Malatya 2007, s. 50

[16] Komisyon,a.g.e., s. 198

[17] Komisyon,a.g.e., s. 198

[18] Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası -Vikipedi

[19] Ergun Hiçyılmaz, Deli Halit Paşa’nın II. Meclis’te Öldürülmesi, 2001 yılı, Karanlığı Aydınlatan ışık, Jan 24 2012; http://www.arastiralim.net/deli-halid-pasanin-ii-mecliste-oldurulmesi.html

[20] Uğur Üçüncü, a.g.m., s. 548

[21] Hakan Kutlu, a.g.e. s. 55

[22] Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, Mecliste Silahlar Konuşuyor, Dünden Bugüne, 19 Ekim 1911, Türkiye Gazetesi, http://www.turkiyegazetesi.com/makaledetay.aspx?ID=510718

[23] Said Nursi - Vikipedi
[24] Bir Demokrasi Hikayesi, a.g.y.
[25] Ali Çavuş, http://www.risale-inur.org/yenisite/moduller/sonsahitler/bolgeindex.php?id=6
[26] Ozan Bodur, Namlunun Ardındaki Adam: Yakup Cemil –I-, 16 Mayıs 2012, Türkyorum, http://www.turkyorum.com/namlunun-ardindaki-adam-yakup-cemil-1/
[27] Ali Özsoy, Belgeleriyle Said-i Kürdi’nin Yaşamı, http://www.ileri2000.org/47/saidinursi47.htm; Mustafa Öztürkçü, Bediüzzaman ve Şark, Sorularla said Nursi, http://www.sorularlasaidnursi.com/said-nursi/eserleri/459-bediuzzaman-ve-sark.html

[28] Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar, Temel Yayınları: 157, İstanbul 2011, s. 528-531

[29] Komisyon,a.g.e., s. 200

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder