Yazan: Fahrettin ÖZTOPRAK
T.C.’nin Ali Fethi Bey Hükümeti
Yazan: Fahrettin ÖZTOPRAK
- Başbakan Ali Fethi
(Okyar)
- Adliye vekili Mahmut Esat
(Bozkurt)
-
Müdafaa- Milliye vekili
Kazım (Özalp),
- Dahiliye vekili Mehmet
Recep (Peker),
Mehmet Cemil (Uybadın)
- Hariciye vekili Şükrü
(Kaya),
- Maliye vekili Mustafa
Abdülhalik (Renda),
- Maarif vekili Şükrü
(Saraçoğlu),
- Nafia vekili Fevzi
(Pirinççioğlu),
- Sıhhiye
ve Muavenet-i İçtimaiye vekili Mazhar (Germen),
- Ziraat
vekili Hasan Fehmi (Ataç)
- Denizcilik
vekili İhsan (Eryavuz),
Cumhuriyet Halk Fırkası
adına kurulan Türkiye Cumhuriyeti Ali Fethi Bey Hükümeti, 22 Kasım 1924’te
göreve başlamış, 3 Mart 1925’te hükümetten çekilmiştir.[2]
Bu hükümet döneminde, başka bir partinin kurulmasına izin verilmiş, Doğu
Anadolu’nun bazı şehir, kasaba ve köylerinde Şeyh Sait Ayaklanması başlamıştır.
Cumhuriyet’in
ilanını Trabzon’da öğrenen Kazım Karabekir’in, “İstiklal Harbi’nin tehlikeli günlerinde
sonuna kadar feragatli, fedakâr arkadaşlarının rey ve irşadına ihtiyaç gösteren
M. Kemal Paşa artık muzaffer bir başkomutan sıfatıyla maiyet komutanlarına
Cumhuriyet dikte ettirmiştir. Eski arkadaşlarının rakip olabileceği endişesi
ile sui şahsiyetler icadı da lazım gelmişti; bunun için eski arkadaşlarını
kötülemek lazımdı. Bunu da hakkıyla yapmıştır” sözlerine Mustafa Kemal, “Cumhuriyet’in
ilanına karar vermek için Ankara’da bulunan bütün arkadaşlarımı çağırmayı ve onlarla
görüşüp tartışmayı hiç de gerekli görmedim. Çünkü, onların öteden beri ve doğal
olarak bu konuda benim gibi düşündüklerinden kuşkum yoktu. Oysa, o sırada
Ankara’da bulunmayan kimi kişiler hiç bir yetkileri yokken, kendilerine bilgi
verilmeden, düşünceleri ve uygun görüp görmedikleri sorulmadan Cumhuriyet’in
ilan edilmiş olmasını gücenme ve ayrılma nedeni saydılar” demektedir.[3] Bu sözler Kazım Karabekir’in ve Mustafa
Kemal’in eserlerinde vardır. Evet, Mustafa Kemal’le paşalar arasında kavga
böylece başlamıştı. Buna tarihte paşalar kavgası denir. Peki, bu kavgadan kim galip
çıkacaktı? Kazım Karabekir, Ali Fuat Paşa, Ahmet Muhtar ve Ahmet Besim Beyler
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurucusuydular. Bu fırka 17 Kasım 1924’te
kurulmuştu.[4] 5
gün sonra Mustafa Kemal’le konuşan İsmet Paşa başbakanlıktan, hatta CHF’ndan da
istifa etti. Onun bu istifasının nedeni CHF’ndan TCF’ye geçecek olan 100 kadar
mebusu durdurmaktı.[5] Türk tarihinde
Mustafa Kemal cumhuriyetin, Kazım Karabekir de demokrasinin kurucusudur.
Aradaki fark başarı açısındadır. Kazım Paşa’nın ne kadar haklı olduğunu zaman
gösterecektir.
Terakkiperver
Cumhuriyet Fırkası:
Halk Fırkası’ndan 10
Kasım 1924’te 11 kişi istifa etmişti. İstifalar gittikçe artmaya başladı. Bu
sayı 32’ye[6],
hatta 39’a ulaştı.[7] Osman
Nuri Bey, Necati Bey (Bursa), Feridun
Fikri Bey (Dersim), Cafer
Tayyar Bey (Edirne), İhsan
Hamit Bey (Ergani), Sabit Bey (Erzincan), Halet Bey (Erzurum), Münir
Hüsrev Bey, Rüştü Paşa (Erzurum), Halil
Bey (Ertuğrul), Miralay Arif Bey
(Eskişehir), Kadirbeyoğlu
Zeki (Gümüşhane), İsmail Canbulat (İstanbul), Hoca Kâmil Efendi (Karahisar-ı Sahip), Halit Bey (Kastamonu), Ahmet
Şükrü Bey (Kocaeli), Ahmet
Besim Bey (Mersin), Ahmet
Faik Bey (Ordu), Halis
Turgut (Sivas), Bekir Sami Bey (Tokat), Ahmet
Muhtar Bey, Mehmet
Rahmi Bey (Trabzon), Abidin Bey (Manisa), Abdullah
Hulusi Bey
(Karesi)’ler TCF’ye katılmıştılar.[8]
8 Aralık
1924’te yapılan kongrede partinin genel başkanlığına Kazım (Karabekir), 2.
Başkanlığına Rauf (Orbay), Genel sekreterliğine ise Ali Fuat (Cebesoy) getirildiler.[9]
Adnan Adıvar ve Refet Bele’ye de parti yönetimde yer vermiştiler.[10]
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası; HF, ya da CHF gibi yapay ve danışıklı bir parti değildi. Böylece TCF’yle Cumhuriyet döneminin
ilk ve çok partili bir rejim deneyimi başlamış oluyordu.[11] Ancak Cumhuriyet
kurulup da bu rejimle inkılapların hayata geçirilmesi konusu yakın tarihimizin
bitmek tükenmek bilmeyen tartışmalarından biridir. Dönem, çok uzun bir süre, hatta
20. yüzyılın sonlarına kadar eleştirilmezlik zırhına büründürülmüştür. Bu
nedenle inkılapların korunması bizi gerçeklerden uzaklaştırdığı gibi, kimi
zaman da yanılgılara itmektedir. Söz konusu yanılgıların tarihi eleştirilerde meydana
çıktığını görmekteyiz. Günümüzün konjonktürü içerisinde bunu değerlendirmeye
tabi tuttuğumuzda, uygulamaların bir çoğu zamansız ve dikta usulüyle yapılmıştı.
Uzun süre devam eden bir savaştan yeni çıkmış ve kendini toparlamakta çok
zorluk çeken bir devlet için tek parti rejimini savunmak, hiç bir zaman makul
olamaz. Eleştirilere kapalı olanlar bunu kavrayamamakta, hataya devam ederek,
körü körüne inkılaplara bağlı kalmaktadırlar. Nitekim aradan 80 yıldan fazla geçmesine
rağmen, tepeden inme tarzındaki modernleşmenin toplumda bir anlamının kalmadığı
anlaşılmıştır. Yenileşme hareketlerinin sahipleri çok iyi bilmelidirler ki, en
büyük modernleşme, yani çağdaşlaşma hürriyettir.[12]
Bunu da 23 Temmuz 1908’de ülkede II. Meşrutiyeti ilan etmekle Enver Paşa
gerçekleştirmiştir. Cumhuriyet meşrutiyetten çok daha iyi ve ileri bir rejim
olduğu halde, bir baskıcı kraliyet ve hilafet rejiminden kurtulmuşken biz inkılapçılık
adına başka bir baskıcı totaliter rejimin içine ister istemez düşmüştük. Çünkü
demokrasi olmayan bir rejimde insan hakları her zaman ihlal edildiği gibi,
insanlar fırsattan istifade eden birileri tarafından her zaman suçlanıp
hürriyetlerinden mahrum edilir, hatta zaruret ve yokluk içinde bırakılabilirler.
İşte, Kazım Karabekir’in haklılık noktası buydu. Türkiye demokratikleşme
açısından ona çok şey borçludur. Türk milleti bunu asla unutmayacaktır.
TCF aslında İsmet Paşa’ya
karşı bir reaksiyon olarak başlamış ve gelişmişti. Ancak Mustafa Kemal bu
hareketi kendine ve yapılacak olan inkılaplara karşıymış gibi nitelendirmekte
gecikmedi. Çünkü yeni fırkayı kuran paşalar ona muhaliftiler. Mustafa Kemal,
inkılapların muhalefetsiz ve tartışılmasız bir biçimde gerçekleştirilebileceği
fikrinde ve inancındaydı. Karar verilecek, halk da bunu ister istemez kabul
edecekti. Fahrettin Altay o günlerin görgü tanığıdır. Ali Fuat Paşa, esasta bir
ayrılıklarının olmadığını, meclisin tek partili olmasının doğru olmadığını,
eğer meclis bir tartışma, konuşma yeriyse bunun için muhalefetin de olması
gerektiğini söylüyor, Mustafa Kemal ona karşı demokrasiyi bir süre askıya almak
gerektiğini, yoksa inkılapların yapılamayacağını belirtiyordu.[13]
Ali Fuat Paşa’nın sözleri gayet netti. O demek istiyordu ki, biz Türk İstiklal
Savaşı’nı yaptık, Fransızlarla Ankara Antlaşması’nı da yaptık, Mudanya ve Lozan
Antlaşmaları’nı da yaptık; bütün bunları TBMM’nin iradesiyle yapmadık mı? Hatta
meclisin kararıyla seni başımıza başkomutan yaptık, Cumhuriyeti bile ilan ederek
seni cumhurbaşkanı seçtik. Peki, bütün bunları meclisin kararıyla yaparken
neden inkılapları meclisin kararıyla yapmıyoruz. Mebuslar milletin vekili.
Onlar bu inkılaplara karar vermeyecek mi? Meclis demek muhalefet demektir.
Muhalefet olmadan meclis olmaz, ancak kurul olur. Onun bu sözlerini dikkate
aldığımızda, TCF iktidara gelmek için değil, demokrasi gereği iktidar
partisine muhalefet etmek için kurulmuştu. Yeni kurulan partinin kararına göre,
mebuslar parti yönetiminden izin almadan herhangi bir şekilde hükümeti
eleştirmeyecektiler. Partinin programı demokratik olduğu gibi, liberal bir
yapıya da uygundu. Düşünceye ve insana saygılı olmaya önem vermiştiler. Ana
maddeleri şöyleydi:
- Tek dereceli seçim sistemi
benimsenecek,
- Anayasa milletin onayı alınmadan
değiştirilmeyecek,
-
Cumhurbaşkanı seçilince
seçilen kişinin mebusluğu düşecek,
- İdari bakımdan adem-i merkeziyetçilik esas
alınacak,
- Herhangi bir inkılap
yapılırken yine milletin onayı alınacak.[14]
Özellikle
parti isminde Cumhuriyet kelimesinin yer alması, programında “Parti düşünceye ve dini inanışa
saygılıdır” sözlerinin bulunması halkçıların dikkatini çekmekte gecikmedi.
TCF’yi eleştiriler partinin bu ibarelerinden anlam üstüne anlam çıkarıyordular.
“Fırka resmen kurulur kurulmaz basın
hemen yeni fırkanın İttihatçılarla ilişkisi meselesini kurcalamaya başladı.
1924 ara seçim çalışmaları sırasında partinin İttihat Terakki bağlantısı bir
hayli gündeme taşınmıştı. İsmail Canbulat gibi eski İttihatçıların parti içinde
yer alması ve özellikle İstanbul’da parti teşkilatında eski İttihatçıların
görev alması bu yöndeki bağlantı iddialarının temelini oluşturuyordu.”[15] Bütün bunlara
rağmen Mustafa Kemal, ülkeye demokrasinin yerleşmesi, bunun gelişmesi
bakımından TCF’nin kurulması ve faaliyete geçmesinden memnunluk duymuş, aynı
zamanda o TBMM’nde birden çok partinin faaliyet göstermesiyle meclisin medeni
ülkelerdeki parlamentolara benzeyeceğini de düşünmüş, Terakkiperver Cumhuriyet
Fırka’ya sıcak bakmaya başlamıştı.[16]
Ancak bu sözlerin yanı sıra, ancak zamanla saltanattan sonra hilafetin
kaldırılmasını da içine sindiremeyenlerin ve bilhassa İttihatçıların söz konusu
fırkada toplanmaya başladığını haber alınca, onun düşüncelerinin birden değişmeye
başladığı görüldü[17]
Terakkiperver Cumhuriyet
Fırkası yöneticileri İttihatçı suçlamasını kabul etmiyordular. Kara Vasıf, İsmail
Canbulat, Halis Turgut, Rahmi Beyler İttihatçıydı[18]
ama, Kara Vasıf’ın İstanbul’dan Anadolu’ya her türlü tehlikeyi göze alarak
büyük miktarda silah sevk ettiği herkesçe bilinmektedir. Diğerleri de Milli
mücadelede yer almıştılar. İttihatçı olmak İşgal kuvvetleri, hatta İstanbul
hükümetleri tarafından büyük suç olarak kabul edilmişti. Ancak TBMM’nde bunun
neresi suç olabilirdi?
Meclis’teki
tartışma koridora taştığında Halit Paşa, Kel Ali’ye, “Generaller hükümeti diye bir tabir kullandın. Bu tabirle generallere
hakaret mi etmek istedin?” demiş, Kel Ali de “Niçin generallere hakaret edeyim” demişti.[19] Ayrıca
Ali Fethi Bey Hükümeti’nden ve TCF’den söz edilirken, “liberallerden Ali Fethi Bey başvekil olmuştur. CHP
içindeki sertlik yanlısı mebuslar, bunu kabullenememiş, Ali Fethi Bey
Hükümeti’ni düşürmek için büyük uğraş vermişlerdi”[20]
de deniyor. Oysa Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası baştaki Ali Fethi Hükümeti’ni,
bu hükümeti CHF kurmuş olsa bile, destekliyordu. Desteklemeyenler var ise, onlar
CHF’lilerdi. İsmet Paşacı Recep Bey hükümetteki bakanlığından istifa etmiş, CHF
yönetiminde çalışmaya başlamıştı.[21]
Görülüyor
ki, Kel Ali ve söz konusu arkadaşları Ali Fethi Okyar hükümetinden rahatsız. Bu
hükümette görev alan vekillerden yalnız Kazım Özalp, paşa, yani general. Ancak
CHP’den ayrılıp Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na geçenlerden Kazım
Karabekir, Ali Fethi Cebesoy, Cafer Tayyar Eğilmez, Refet Bele, Rüştü Paşa,
Cevat Çobanlı ve Nurettin Paşa gibi isimlerin 7’si de general. Başbakan Ali
Fethi Okyar bile bunlara sıcak bakıyor.
Kel
Ali, Generaller Hükümeti demekle başlayan paşalar kavgasını mı ima etmek
istiyor? Oysa hükümet TCF hükümeti değil, CHF hükümeti. Gerçekten ilginç bir
durum. Yoksa Kel Ali, söz konusu hükümetin Recep Peker’in istifasından sonra
TCF’ye mi dönüştüğünü ileri sürüyor? Herhalde CHF’liler, Afyonkarahisar vekili Kel
Ali ve ekibi, başında İsmet Paşa’nın olmadığı bir partiyi ve hükümeti hiç mi
sayıyorlar? Yani o kinayeli bir laf söylemiştir. İsmet Paşa başbakanlıktan
alınmış, yerine Ali Fethi Bey Hükümeti kurulmuştu. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası bir
bahaneydi.
Deli Halit Paşa 9 Şubat
1925’te vurularak öldürülmüş, 13 Şubat 1925’te doğu illerinde Şeyh Sait isyanı
baş göstermişti. Acaba bütün bu olaylar sırf Ali Fethi Okyar Hükümeti’ni
düşürmek ve TCF’yi kapatmak için mi çıkarılmıştı? Peki, devreye kimler
sokulmuştu da, söz konusu olaylar meydana gelmişti.
Bir
anıda, Deli Halit Paşa’nın öldürülmesi için Muhafız Alayı kumandanı İsmail
Hakkı Bey’in bir subaya emir verdiği[22]
söyleniyor. Şeyh Sait İsyanı’na adı karışan Said-i Kürdi var. İsyana kadar
Van’daymış, ancak onu isyan sırasında köylerde halkı kışkırtırken görenler var.
Bu nedenle sorgulanmış, ama sırf Burdur’a sürgün edilmekle yetinilmiş. Onun
sorgulanırken, "Yaptığınız mücadele kardeşi kardeşe öldürtmektir ve
neticesizdir. Türk milleti İslamiyete bayraktarlık etmiş, dini uğrunda yüz
binlerle, milyonlarla şehit vermiş ve milyonlarca veli yetiştirmiştir.
Binaenaleyh kahraman ve fedakar İslam müdafilerinin torunlarına, yani Türk
milletine kılıç çekilmez ve ben de çekmem” ifadeleri var.[23]
Ayrıca
Said-i Kürdi, “Ben
Van’da iken Şeyh Sait’in mektubu bana ulaştı. Beni de bu hizmete davet etti.
Ben de mektubuna cevaben dedim ki bana görev ver ki, ben de bu hizmete buradan
katılayım. Mektubun ulaşıp ulaşmadığını bilmiyorum. Sonra Şeyh Sait tutuklandı.
Benim mektubumdan dolayı beni de götürürler dedim ama, beni götürmediler. Bunun
üzerine ağladım, sızladım. Sonra istedim ki, Şeyh Sait oğullarını göreyim.
Bugün bana nasip oldu, beni kardeş kabul etsinler. Ben bu manevi üzüntüden
kurtulayım. Beni manevi evlat kabul etsinler”[24] de diyor. Bu Said-i Kürdi Rusların Bitlis kuşatmasında
bulunmuş. Kumandan Kel Ali, Said-i Kürdi’ye gaz vermiş, “sana mermi işlemez, top işlemez” diyerek onu bir ata bindirip
siperler önünde gösteri yaptırmış.[25]
Söz konusu Kel Ali, dipnotta belirtildiğine göre yazımızda adı geçen bizim Kel
Ali. Hatta meşhur komitacılardan Yakup Cemil’in Bitlis’e vardığında Afyonkarahisarlı
Kumandan Kel Bey’in ona karşı ileri geri konuştuğu, başka bir yerde böyle bir
söz karşısında anında silahına sarılan Yakup Cemil’in ancak ters ters bakmakla
yetindiği, daha sonra Yakup Cemil’in Irak cephesine gönderildiği[26] söylenir.
Başbakan Ali Fethi Bey Şeyh Sait
İsyanı nedeniyle doğu illerinde sıkıyönetim ilan etmiş, gerekli tedbirleri de
almıştı? Ancak bunun yeterli olmadığını ileri süren İsmet Paşa liderliğindeki
CHF’liler söz konusu sıkıyönetimin bütün Türkiye’yi kapsaması gerektiğini ileri
sürmeye ve başbakanlığa baskı yapmaya başlamıştılar. Bu baskılara dayanamayan
Ali Fethi Bey, TCF yöneticileriyle görüşerek, “Size fırkanızı kendi kendinize dağıtmanızı beni tebliğe memur ettiler.
Dağıtmazsanız istikbali çok karanlık görüyorum. Kan dökülecektir” dedi. Ona
Kazım Karabekir, “Kanun dairesinde fırka
teşkil etmek elimizdedir fakat bunu dağıtmak elimizde olmayan bir şeydir.
Hükümetsiniz. Her nevi kuvvetiniz, türlü vasıtalarınız vardır. Fırkamızı
behemehal dağıtmak arzu ediyorsanız onu yapmak elinizdedir” cevabını verdi.[27]
Ali Fuat Paşa’ya göre,
Mustafa Kemal’in kendilerinden yüz çevirmesine yol açan olay, basit bir
meseleden ve tertiplenmiş bir olaydan kaynaklanmıştı:
Hüseyin Rauf Bey’e bir
gün Rauf imzalı bir mektup alır. Gönderen kişi arkadaşıyla birlikte fedailik
teklif etmektedir. Rauf Bey, Ömer Fevzi Bey’e, bu kişi kimdir, necidir, tahkik
etmesini söyler. Ayrıca o kişiye, “Teşkiline
tevessül ettiğimiz fırkanın gayesi Türk milletini gideceği normal hayata, sükun
içinde kuvvetlendirmek, asude bir hayat temin etmektir. Fırkanın komitacılık ve
fedailikle hiç bir münasebeti olmayacaktır. Kendisi memleketini seviyorsa bu
fikirlerden uzaklaşsın” demesini söyler.
Ömer Fevzi Bey, şahsı
arar, evde bulamaz. Not bırakır, çıkar. Bir handa görüşecekleri belirtilmiştir.
Rauf gelir. Ömer Fevzi Bey Hüseyin Rauf Bey’in söylediklerini ona harfi harfine
iletir, kendilerinden uzak durmalarını söyleyerek ayrılır.
Rauf görüşmek umudu ile
aynı hana bir iki defa daha gelir, Ömer Fevzi Bey’i bulamaz. Ancak hanın
kapıcısı Osman Ağa, emniyete götürülüp Ömer Fevzi Bey hakkında isticvap edilir.
Ertesi gün Fevzi Bey karakola çağrılır, sorguya çekilir. Ona Rauf adlı şahsın
kim olduğu sorulur. Ömer Fevzi Bey, ikinci isticvabında, Rauf adlı kişinin
Trakya’da halkı isyana teşvik ederken yakalandığını emniyette öğrenir. Üçüncü
isticvabı günlerce uzar. Ağır sorgulara maruz bırakılmıştır. Sonunda ona
derler ki, “Rauf’un iddiasının reddine,
sizin serbest bırakılmanıza karar verildi…”[28]
Evet, olay bundan ibarettir. Tek partiye koyacak yeterince güç bulamayan
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, 3 Haziran 1925’te kapatılacaktır.[29]
Ancak bu muhalif kanat Cumhuriyet tarihinin demokrasi açısından halkın yönetime
katılma isteğinin, başarısız ama çok ileride, bir çeyrek asır sonra zafere
ulaşacak olan vazgeçilmez bir girişimidir.
[3] http://www.canmehmet.com/?tag=pasalarin-kavgasi
[4] Süleyman Kocabaş., T.C. Devleti Tarihi -3-, Atatürk Dönemi 1923-1938 (Partileşme Süreci, Ekonomi ve Dış Politika, Otoriter Yönetim, Önemli Olaylar, Atatürk’ün Ölümü), Vatan Yayınları//43 Kayseri 2007, s. 37
[5] Süleyman Kocabaş., a.g.e., s. 36
[6] Türkiye Cumhuriyeti Tarihi -II- (Durmuş Yalçın, Prof. Dr. Yaşar Akbıyık, Prof. Dr. Yücel Özkaya, Prof. Dr. Gülnihal Bozkurt, Prof. Dr. D. Ali Akbulut, Prof. Dr. Erdinç Tokgöz, Prof. Dr. Refik Turan, Prof. Dr. Nuri Köstüklü, Prof. Dr. Mustafa Balcıoğlu, Prof. Dr. Mehmet Akif Tural, Prof. Dr. Cezmi Eraslan, Doç. Dr. Cemal Avcı,), Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2011, s. 50
[7] Süleyman Kocabaş., a.g.e., s. 46
[8] Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası -Vikipedi
[10] Süleyman Kocabaş., a.g.e., s. 38
[11] http://turkoloji.cu.edu.tr/ATATURK/arastirmalar/yarali.pdf,
Sedat Yaralı, Cumhuriyetin İlk yıllarında Demokratikleşme Çabaları, ., s. 221, Atatürk Araştırmaları Dergisi
[13] Süleyman Kocabaş., a.g.e., s. 39
[15] Hakan Kutlu, T.C.
İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, Türkiye
Cumhuriyeti tarihi Bilim dalı, Şark İstiklal Mahkemesinede 1925-1927 döneminde
Takrir-i Sükun Kanununun Uygulanması, Yüksek Lisans Tezi, Malatya 2007, s. 50
[18] Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası -Vikipedi
[19] Ergun Hiçyılmaz, Deli Halit Paşa’nın II. Meclis’te Öldürülmesi, 2001 yılı, Karanlığı Aydınlatan ışık, Jan 24 2012; http://www.arastiralim.net/deli-halid-pasanin-ii-mecliste-oldurulmesi.html
[20] Uğur Üçüncü, a.g.m., s. 548
[21] Hakan Kutlu, a.g.e.
s. 55
[22] Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, Mecliste Silahlar Konuşuyor, Dünden Bugüne, 19 Ekim 1911, Türkiye Gazetesi, http://www.turkiyegazetesi.com/makaledetay.aspx?ID=510718
[23] Said Nursi -
Vikipedi
[24] Bir Demokrasi
Hikayesi, a.g.y.
[25] Ali Çavuş, http://www.risale-inur.org/yenisite/moduller/sonsahitler/bolgeindex.php?id=6
[26] Ozan Bodur, Namlunun
Ardındaki Adam: Yakup Cemil –I-, 16 Mayıs 2012, Türkyorum, http://www.turkyorum.com/namlunun-ardindaki-adam-yakup-cemil-1/
[27] Ali Özsoy,
Belgeleriyle Said-i Kürdi’nin Yaşamı, http://www.ileri2000.org/47/saidinursi47.htm;
Mustafa Öztürkçü, Bediüzzaman ve Şark, Sorularla said Nursi, http://www.sorularlasaidnursi.com/said-nursi/eserleri/459-bediuzzaman-ve-sark.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder